Benim sitem

Gaflet

Gaflet nasıl bir şey ki, gözleri ve gönülleri kör edip aklı ve mantığı işlemez hale getirebiliyor. Gaflet, akıl, şuur, anlayış ve iz`anın devre dışı kaldığı, unutma, uyuşma, uzaklaşma, dalgınlık veya …

“İnsanlar sabahleyin nefislerini satmak için çıkarlar; ‘bir takım işlerle vakitlerini harcarlar ve çalıştıkları şeylere bağlı olarak’ ya nefislerini azaptan kurtarırlar veya helak ederler”(Müslim)

“Her kişi kendi kazandığına karşılık (bizzat kendi nefsiyle) bir rehinedir.”(52/21, 74/38)

Gaflet nasıl bir şey ki, gözleri ve gönülleri kör edip aklı ve mantığı işlemez hale getirebiliyor. Gaflet, akıl, şuur, anlayış ve iz’anın devre dışı kaldığı, unutma, uyuşma, uzaklaşma, dalgınlık veya bir nevi uyurgezerlik hali… Bakar ama göremez; duyar ama işitemez; okur ama anlayamaz… Tıpkı dereye düşmüş şuursuz bir kütük gibi, akıntıya kapılıp gider de nereye ve niçin gittiğini bile bilmez… Gaflet, en yalın manada, bir akıntının girdabına kapılıp sürüklenip gitmektir. İnsan tabiat-ı nefsi itibariyle böyle şuursuz bir sürüklenişe son derece müsaittir. Bir akıntıya kapılmaya görsün, sürüklenir gider ve kolay kolay da içinden çıkamaz.

Düşmek kolay ama çıkmak ve kurtulmak zordur. İnsan içine düştüğü her hale alışıp bağlanabildiği gibi, münasip bir mazeret de uydurur.

Dünya hayatında bu tür mazeretler ve bahaneler insanı avutup, ıstırabı geçici ve kesintili de olsa uyuşturabilir; insanı düşünceden ve endişeden veya üzüntüden kısmen uzaklaştırabilir. İçinde bulunduğu ahval ve şerait ne olursa olsun, insan bir şekilde ünsiyet edip o şartları benimseyip sahiplenebilir; tabii ve gerekli görebilir. Bir defa alışıp bağlandığında içinden çıkıp kurtulabilmesi muhal gibidir; çünkü alışmak bağlanmayı getirir. İnsan iyi veya kötü her şeye alışıp bağlanabilir. Buna kısaca kapılmak denir. İnsan kapıldığı ve alıştığı şeyin menfiyatını (olumsuz taraflarını) göremez. İnsan alıştığı şeyi sever; sevdiği şeylere karşı da kör ve sağırdır. Kör tuttuğunu bırakmaz derler. Aşkın gözü kördür, sözü de buna paraleldir. İnsan alıştığı ve gözü kör eden bir tutku ve ihtirasla bağlandığı şeyin kusurlarını göremez. Bağlandığı şey maddi-manevi her nesne de olabilir. O şeyin mana ve mahiyeti, kıymet ve keyfiyeti, yani ne olduğu veya olmadığı önemli değildir. İnsan gözü kör bir aşkla iyi-kötü, güzel ve çirkin her şeye kapılıp peşinden gidebilir.

Gönül, sevmeye ve sevilmeye isteklidir; hakiki mecrasını bulamazsa, en berbat şeylere dahi kapılabilir. Dünyada bu şuursuz kapılışlara dair binlerce misal verilebilir. İnsanlar hiçbir akıl ve izanın kabul edemeyeceği şeylere kapılabilmektedir.

En gelişmiş cihazları imal eden insanlar bile en hatalı fikirlere kapılıp peşinden gidebilmektedir.

Kapılmanın mantığı olsaydı, nükleer santraller inşa edebilecek kadar teknikte ilerlemiş cemiyetler öküze, güneşe tapınmazdı! Günümüzün modern cahiliyesinde putperestliğin sadece şekli değişmiştir. Ama mahiyeti aynıdır! Eski zamanların putperestleri taştan ağaçtan putlara tapınırken, modern cahiliyenin bilimsel putperestleri ise fabrikalarda üretilen seri mamulâta kapılmaktadır. Sadece putların şekli değişmiş ama putperestlik aynen devam etmektedir. Evini eşya-edevatla dolduran ve onların çokluğuyla avunan modern cahiliyenin şuursuz gafilleri eski zaman gafillerinden daha beter haldedir.

“Sadece gözler kör olmaz; asıl kör olan sinelerdeki kalplerdir!” (Hac: 46) “Ve kim burada (bu dünyada kalbi hakikatlere) kör olursa, o takdirde o ahirette de kördür ve yolca en çok sapıtmış kimsedir.”(17/72)

Gaflet, aldanmak, kapılmak, aklını kullanamamak ve neticede kalben ve manen kör olmaktır. Bu körlük, bilinen cismi göz körlüğünden çok daha acı ve sonuçları da o nispette ağırdır. Kör tuttuğunu bırakmaz!’ derler. İşte böyle kalbi kör olmuş şuursuz gafil de bir şekilde kapıldığı ve peşine takıldığı şeyleri bırakmaz. Kapıldığı şeylerin yanlışlığını ispata dair bin türlü delil ve burhan getirsen ve her cihetten tuttuğu yolun batıl olduğunu ona aklen ve bedaheten ispat etsen bile yine vazgeçmez. İnsan her hangi bir fikre (düşünce ve ideolojiye) veya nesneye bağlanıp kapılmaya görsün, o şeyin kusurlarını türlü mazeretlerle örtmeye çalışır ve ne olursa olsun girdiği yolu savunur ve avunur.

Gençlik su gibi içine girdiği kabın şeklini alır; öyle veya böyle gençlik yıllarında kapıldığı bir cereyandan akıl ve izanıyla çıkabilen çok azdır. Çoğunluk alıştığı ve kapıldığı gibi devam eder gider.

İnsan her şeye kapılabilir; maddi-manevi her nesneye gönül bağlayabilir. Alışmak ve bağlanmak kolay, ama kurtulmak zordur. İnsan içinde bulunduğu ortam ve şartlar gereği, akla hayale dahi gelmeyecek şeylere alışıp bağlanabilir. İnsanların hayatını ve hissiyatını dolduran nesnelere bakıldığında ibret verici neticeler görülebilmektedir. İnsan, inandığı ve bağlandığı şeylerle mahşere getirilecek ve hesabını verecektir. Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi, “Herkes yaşadığı hal üzere ölecek; ne ekmişse onu biçecek, kimi ve neyi sevmişse, hangi şeye gönül vermişse, onlarla birlikte haşredilecek. Varsa mazereti, mahkeme-i kübra’da ifade verecek.”

“Her nefis, kendi kazandığına karşılık bir rehinedir.”(74/38)
İnsan kendi iradesiyle bir tercih yaptığında, tıpkı borç senedine imza atar gibi, iradi tercihinin gerektirdiği neticelere göre nefsini ipotek etmiş demektir ve mahşer günü bütün uzuvlarıyla birlikte kendi kendisinin şahididir. Hem niyet hem de amellerde kişi iradi tercihlerinin rehinidir. Nefsini halis niyetlerle salih amellere rehin bırakmışsa, ecir ve mükâfat; kötü niyetlerle münkerata rehin bırakmışsa ıstırap ve azap vardır. Nitekim bu karşılıkların bir kısmı dünya hayatında ve mahşerden önce berzah âleminde kişiye gösterilmekte, insan tercihlerinin netice ve bereleriyle yüzleşmektedir.

Tıpkı imza veya tasdik manasına gelen bir kabul kelimesi veya işareti insanın bütün hayatını ipotek altına alabildiği gibi, bize emanet verilen cüzi irademizle yaptığımız her tercih, ister fikir ister amel olsun, ebedi hayatımızı ipotek altına alabilmektedir. Cüzi irade küçüktür ama neticesi büyüktür. Küçük bir düğmeye dokunmak suretiyle çok büyük neticelerin meydana gelmesi gibi, iradi tercihlerimizle attığımız adımlar da bizi saadete veya felakete götürebilmektedir.

Ömür müddeti insana tevdi edilmiş ecel-i muayyen bir kredi limiti gibidir. İnsan ömür boyu bu krediyi harcar, bir takım tasarruflarda bulunur, tercihler yapar. Ecel saati gelip de ömür mühleti sona erince, kredi limiti dolmuş olur ve kişi öteler âleminde, dünyada iken yaptığı harcama ve tasarrufların netice suretini karşısında hazır bulur. Faturalar bütün ayrıntılarıyla önüne konulur. Sıra artık hesabı ödemeye, dünyadaki harcamaların hesabını vermeye gelmiştir. Önüne konulan fatura o kadar ayrıntılı ve belgelidir ki, “Ben bunu yapmadım, şunu harcamadım” demeye ve mazeret ileri sürmeye imkân yoktur. Her fikri ve ameli tercihimizin altında kendi iradi imzamız vardır ve bütün uzuvlarımız da yaptığımız o tercihlere lehte veya aleyhte şahid tutulmaktadır.

Muazzam bir kayıt cihazı gibi… İnsana verilen hafıza yaptığı bütün tercihlerini ve amellerini en ince ayrıntısına kadar kaydetmekte ve insan hafızasından hiçbir şey kaybetmeden öteler âlemine intikal etmektedir. Nitekim uzun yıllar önce yaptığımız en küçük şeyler bile bazen gözümüzün önüne gelmektedir. İyi tercihler ve salih ameller huzur ve saadet, kötü tercihler ve günahlar ise sıkıntı ve ıstırap sebebi olmakta; insan ömür boyu hafızasıyla yaşamakta, yaptığı tercihlerin rehini olmaktadır. Mesela, bir haram bakış hafızaya adeta paslı bir çivi gibi çakılmakta, bazen yıllarca sıkıntı ve ıstırap sebebi olarak hafızada kalmaktadır.

Diğer tercihler ve ameller de buna mukayese edilebilir. Hafıza kayıt cihazımız sürekli çalışmakta, irademizi yönelttiğimiz maddi-manevi her şeyi kaydetmektedir.

Mademki maddi ve manevi (fikri ve ameli) tercihlere karşılık nefsimizi rehine olarak ipotek ediyoruz; neye karşılık olduğuna çok dikkat etmeli, netice ve semeresi iki cihanda karşımıza çıkacak dünya pazarındaki bu alışverişte kâr ve zarar hesabını çok iyi yapmalıyız. Alışverişte aldanan taraf zarar eder. Dünya ömürlük bir pazardır; herkes ömür sermayesi kadar dünya pazarında alışveriş yapmakta, kredi limitini sürekli tercihleri doğrultusunda harcayıp doldurmaktadır. Ömür sermayesini harcayıp karşılığında bir şeyler alıyoruz; acaba satın aldığımız şeyler lehimize mi, aleyhimize mi? Kârda mı, yoksa zararda mıyız, Aldananlardan mıyız?

Önümüzde ebedi bir hayat, saadet veya felaket var. Ya ebedi kazanç ya ebedi zarar ihtimali var. Sermayemizi harcarken kâr-zarar hesabını çok iyi yapmalıyız.

“Ve inkâr edenler ateşe arz olunacağı gün ‘onlara şöyle denir’; ‘dünya hayatınızda bütün güzel şeylerinizi yiyip bitirdiniz, onlarla faydalandınız. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklenip fasıklık etmenizden dolayı aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız!”(46/20) bu ayet-i kerimede iman ehline de bir ihtar payı vardır. Nadide ömür sermayesini fani surette süfli dünyevi zevk ve eğlencelerle heva ve heves yolunda tüketip ahirete eli boş, belki günahların vebal yüküyle gitmek tehlikesi gafletten uzak olmayan herkes için muhtemeldir. Gaflet ve şehvet gönül gözünü kör edince insan aldanır; ama aldandığını fark edemez; hevasına kapılıp gider; hatta çoğunlukla doğru yolda olduğunu zanneder.

Gaflete daldığını ve fani dünya rüyasına aldanıp aldanmadığını anlayabilmek için kalbi hallerimizi murakabe etmek yeterlidir. Eğer ayet ve hadislerden etkilenmiyorsak, ağlayamıyorsak, günahlarımıza üzülmüyorsak, ibadet şevkini ve imani neşe ve hassasiyetimizi, ihlâs ve samimiyetimizi, aşk, vecd, muhabbet ve merhametimizi yitirmişsek, malayani ve fuzuli işlerle vakitlerimizi telef ediyorsak, cennet ve cehennem sıkça gözümüzün önüne gelmiyorsa, atkı ölümü ve ahireti, kabri ve mahşeri pek düşünmüyorsak, çoğunlukla dünyalık hesaplarla yatıp kalkıyorsak, gaye, endişemiz ve üzüntü sebebimiz dünya olmuşsa, gözümüz yaşlanmıyor ve kalbimiz hislenip etkilenmiyorsa ve sanki sırat köprüsünü geçmiş gibi gülmeye başlamışsak, gaflet kuyusuna kafa üstü düştüğümüzün canlı resmidir. Esaslı bir intibah şokuyla uyanıp kendimize gelemez isek vay halimize. Gaflet ve cehaletle yaşayan, hasret ve nedametle ölür.

“İman edenlerin, Allahu Teâlâ’nın zikrine ve Hakk’tan nazil olan (Kur`an)a karşı kalplerinin huşu duyma vakti daha gelmedi mi? Onlar da daha önce kendilerine kitap verildiği halde üzerinden uzun bir zaman geçip de kalpleri katılaşan ve çoğu fasık olan ümmetler gibi olmasınlar!” (Hadid: 16)

Yusuf Akyüz / İnzar Dergisi Mayıs – 2012

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol